Modernizm, Ateizmin Köprüsü müdür?
*
Tavsiye edilen Kitap: Modernist Zihniyete Karşı Ehl-i Sünnet Müdafaası”, Dirâyet Kitaplığı, Istanbul 2017…
***
Gariptir ama modern olma iddiasında olan bazıları geleneği ihya etme adına ortaya çıktıklarını iddia etmişlerdir. Ne demek istediğimizin daha iyi anlaşılabilmesi için “modernizm”in patent hakkına sahip olan batıdan birkaç not aktarmamız gerekiyor.
Batı bilim tarihinde “dine karşı zafer kazanmış bilim” sloganı ile yazılan tarih kurgusu, -modernitenin şimdiki çoğu temsilcisinin din karşıtı olmalarına bakıldığında- ikna edici durmaktayı. Ancak bu kurgu, artık din karşıtı çevreler ve mevzudan habersiz taklitçileri dışında müşteri bulamamaktadır. Artık işi bilen herkes tarafından itiraf edilmektedir ki modernitenin kurucu babaları -bugünün bilimperestlerinin “usta” olarak gördükleri nice isim de dahil- aslında din adamı ya da en azından dindar kimseler idi:
“Şehvetini dizginleyemeyenlerin hayvanlara yoldaş olduğunu, en büyük hakimiyetin nefse hakimiyet olduğunu söyleyen” Leonardo Da Vinci,[1] “Filozofun görevinin Tanrı’nın izin verdiği ölçüde hakikati araştırmak olduğu için, sanatçıların en iyisi olan Tanrı’nın bizim için yarattığı dünyada, O’nun nesnelere bahşettiği doğal eğilim ve hareketleri ortaya koymaya çalıştığını” söyleyen Nicholas Kopernik,[2] “Isa’nın Tanrısal haşmetinin önünde diz çöken, bol bol Tanrı’ya ibadet ve dua eden, Tanrı’nın aynası bir ülke hayalinde olduğunu” belirten Galileo Galilei,[3] “Gücü her şeyden üstün yaratıcının ustalığını gösteren onun doğa kitabını ve eserini incelemek gayesinde olduğunu” beyan eden Francis Bacon,[4] “Mükemmel bir yaratıcıya tapınmak ve ilahi haşmeti temaşanın en büyük saadet olduğunu” söyleyen Rene Descartes,[5] “her şeyi belli bir gaye için var eden Tanrı’nın bizden yapmamızı istediği şeyi yapmamız gerektiğini yani ona layık övgü ve tazimleri sunmak zorunda olduğumuzu” belirten John Locke,[6] Ateizmi anlamsız ve iğrenç bir düşünce olarak niteleyen, düzenli olarak dua ve ibadet edilmesi gereken, minnettar olunası, övülesi hayran olunası mükemmelliğe ve üstün sıfatlara sahip yaratıcıdan uzun uzun bahseden Isaac Newton[7] ve daha niceleri…
Bu itiraflardan haberdar olan sahanın bazı uzmanları, “ilk modernlerin rakiplerinin kilise olmadığını, modern algının kilisedeki rasyonel düşüncenin skolastik felsefenin topraklarında yeşerdiğini ve ‘bilimin ebesi’nin kilise olduğunu” vurgulamışlardır.[8] Hatta “modernitenin öncü kuruluşları ‘Royal Society’, ‘Academie Royale’ gibi merkezleri kuran -bunlar arasındaki dindar olmayan seküler isimlerin dahi- Tanrı’ya, gizeme inanan, simya ve büyü ile uğraşan, ezoterik, okült kimseler olduğu, karşı olduklarının ise yalnızca kilise yani örgütlü din olduğu” kaydedilir.[9]
Bu nakilleri, ‘gördünüz mü bilimin kurucuları da aslında dindarmış, din bilime karşı değilmiş hatta onun önünü açmış’ gibi başka bir aceleci kurguya paye vermek için yapmıyoruz. Mesele biraz daha karmaşıktır.
Burada sorulması gerek soru şudur: ‘Bu dindar ya da gizemci isimlerin takipçileri -özellikle 19. yüzyıldan sonra- nasıl din ve gizem karşıtı bir noktaya evrilebilmiş, bu dindarane (!?) çaba nasıl olmuştu da din karşıtı bir yığın bilimperestin türemesine sebep olmuştu?’
Işte bu sorunun cevabını ararken gelenekçilik ve modernizmin kesiştiği noktayı fark edersiniz: Rönesans’ın öncülerinden skolastik felsefenin meşhur ismi Roger Bacon, “Biz modernleriz” (Nos Modernos) diye ilan ettiğinde,[10] kilise yetiştirmesi dindar bir isim olarak aslında dini değerleri müdafaa etme iddiasındaydı. Ama aynı zamanda ‘modern’ kavramı ile ‘yeni’ olanı nitelemenin ötesinde geleneğin mevcut temsilcilerinin eksik ya da yanlış birtakım şeyler söylediklerini de ima ediyordu. Bacon gibi kendilerini modern ve yeni olmakla niteleyen kimseler bunu aynı zamanda geleneksel olanı ortaya koymak için yaptıklarını, geleneğe değil geleneğin temsilcilerine karşı olduklarını, geleneğin gerçek temsilcilerinin kendileri olduklarını iddia ediyorlardı. Yalnız ortada küçük (!?) bir sorun vardı; geleneği temsil edemedikleri iddiasıyla itiraz edilen kimselerin elindeki şey zaten gelenekti.
Geleneğe kıymet veren kitleler arasında kendi vaz’ ettiğiniz bir yola davet etmek istiyorsanız yapacağınız şey, gelenekle değil de geleneği yozlaştıranlarla savaştığınız imajını vermek, geleneği değil, geleneği tevarüs etmiş geleneğin temsilcilerini hedef almaktır. Zira geleneğe saygı duyan kitleler ancak böyle ikna edilebilir. O yüzden tarihten bugüne ıslahçı söylemlerin temel stratejisi hep bu olmşutur. Üstelik bunların da gerçek gayeleri ‘geleneksel’ olan ‘gerçek din’i ortaya çıkarmak değil, geleneği tıraşlayarak ‘yeni’ ve ‘alternatif’ bir tasavvur inşa etmek idi. Bir batılı, bu manayı vurgulamak için “Avrupa filozoflarının maske takarak mevcut dini varlık ve toplum tasavvurundan sakladığı bir gaye ve gizli gündemleri olduğuna” işaret eder.[11]
Modernizmin kurucu babalarının karakteristiğine baktığımızda, tamamen ya da belli oranda geleneğe karşı olan ve onu sistemli bir şekilde dönüştürmek isteyen gelenek karşıtı zümre özellikle dikkat çekmektedir. Tabi aralarında geleneği kurtarmak için meydan yerine çıktıklarını düşünen iyi niyetli dindarlar(!) da yok değildi. Ancak onlar tam olarak ne için çabaladıklarının farkında olmadıkları için farkında olmadan diğerleri ile aynı tekneye şu taşımaktan başka bir şey yapmamışlar; neticede bu ortak ‘yeniyi inşa etme’ çabaları da kademe kademe evrilerek, rönesans, aydınlanma, bilim ve sanayi devrimine, oradan da nihilist, ateist hatta antiteist bir bataklığa sürüklenmiştir.
Işte ilklerin aradığı şu meşhur ‘ışığı’ bulan çıraklarının sloganlaşan bazı sözleri:
“Insan, bilmediği şeylere ilahi gücü ikame etmekte, ancak bilim geliştikçe evren bu mitoslardan arınacaktır.” (Baron D’Holbach) “Yaratıcı düşüncesi gibi bir varsayıma ihtiyacım yok.” (Laplace) “Insan sonunda kainatta yalnız olduğunu ve varlığının bir tesadüf olduğunu öğrendi.” (Jacques Monod) “Diderot’um ben iz üstündeyim; her şeyi bilir, hiçbir şeye inanmam.” (Denis Diderot)…
Neticede işte böylesi garip bir tablo ortaya çıkmış; modernizmin ‘dindar’ öncüleri, dindarların değil dinsizlerin imamları olarak tarihe geçmiştir.
Bu malumattan birçok netice ortaya çıkmaktaysa da mevzuumuz açısından iki husus mühimdir;
1 – Geleneği ihya iddiasındaki ‘dindar’ kimseler gelneğe değil temsilcilerine karşı oldukları düşüncesiyle bilerek ya da bilmeyerek geleneğin lâdinî bir muhteviyata bürünmesine basamak teşkil etmişlerdir. Bu sözde din ıslahçılarının açtığı yol, haleflerinin elinde din karşıtı bir noktaya evrilmiş, din karşıtlığının temeli sözde ‘dindar’ çabalar ile atılmıştır. (Tabii batıda bu dönüştürülen gelenek, çeşitli sebeplerle asıl büyük kopuşu daha önce yaşamış, otantik muhteviyatını zaten kaybetmiş idi. Ancak bu başka bir mevzuudur.)
2 – Kendilerini modern olarak niteleyen modernizmin kurucu ataları din ile iltisaki olan kimselerden teşekkül ettiğine göre, modernlik, daha geniş bir içerikle ve din karşıtlığı ile sonuçlanan serüveni, netice itibariyle değil, ‘menşe’ ve ‘gaye’ itibarilye tanımlanmalıdır; ama örtülü ama aleni vahiyden kopuş ve toprağa bağlanma. Yani aslında ‘modern’ kavramı çok aşina olduğumuz bir kavramın tam karşılığıdır: “Bid’at”… Bu zaviyeden bakıldığında, günümüzde batıda, dini, metafiziksel, gizemci, zühdçü olanın geleneksel, lâ dinî, ispatlanabilir, hazcı, bireyselci vs. olanın modern sayıldığı bir kabul yerleşmiş olsa da bu, sadece modernitenin modern akımıdır. Bugün vitrini işgal eden modernlerin, kurucularının durduğu bu dindar (!) yeri unutmuş olmaları bu gerçeği değiştirmez; onlar yalnızca modernitenin bir akımından ibarettirler. Dolayısıyla, birbirlerine taban tabana zıt gibi görünen -tıpkı modernitenin dindar öncüleri gibi- dindar ve ıslahçı kimseler de din karşıtı olanlar da moderndirler.
Modernitenin batıdaki serencamı, Islam dünyasında olup bitenleri daha iyi anlayabilmek için mühim ipuçları vermektedir. Zira Islam dünyasında zuhur eden bidat fırkalar, tüm kültürel farklarına rağmen batı modernistleri ile strateji ve gaye hususunda örtüşmektedirler.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Leonardo Da Vinci, Yazılar, (Hazırlayan: Augusto Marinoni, Tercüme eden: Kemal Atakay), Yapı Kredi Yayınları, 2010, sayfa 68.
[2] Nicolaus Copernicus, Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine, (Tercüme eden: Cengiz Çevik), Iş Bankası Yayınları, 2010, sayfa 9, 13, 39.
[3] Francis Bacon, Yeni Atlantis, (Tercüme eden: Çiğdem Dürüşken), Kabalcı Yayınları, 2008, sayfa 43, 97, 141.
[4] Galileo Galilei, Iki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog, (Tercüme eden: Reşit Aşçıoğlu), Iş Bankası Yayınları, 2008, sayfa XVII.
[5] Rene Descartes, Ilk Felsefe Üzerine Metafizik Düşünceler, (Tercüme eden Mehmet Karasan), MEBY, 1998, sayfa 169.
[6] John Locke, Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, (Tercüme eden: Ismail Çetin), Paradigma Yayınları, 1999, sayfa 48.
[7] Isaac Newton, Doğal Felsefenin Matematiksel Ilkeleri, (Seçmeler), (Tercüme eden: Aziz Yardımlı), Idea Yayınevi, 1997, sayfa 117-120, 188.
[8] Kostas Gavroğlu, Bilimlerin Geçmişinden Tarih Üretmek, (Tercüme eden: Ari Çokona), Iletişim Yayınları, 2006, sayfa 46, 47, 59.
[9] Aytunç Altındal, Bir Türk Casusunun Mektupları/Batı’da Seküler Düşüncenin Gelişimine Katkı, Alfa Yayınları, 2010, sayfa 6, 10, 89, 122, 123.
[10] Alexandre Koyre, Bilim Tarihi Yazıları, (Tercüme eden: Kurtuluş Dinçer), Tübitak, 2000, sayfa 2.
[11] Stephen Toulmin, Kozmopolis; Modernitenin Gizli Gündemi, (Tercüme eden: Hüsamettin Arslan), Paradigma Yayınları, 2002, sayfa 100, 114.
ALINTI: Hasan Yaşar, Modern Ilahiyatçılar Ne Yapmak Istiyor? “Modernist Zihniyete Karşı Ehl-i Sünnet Müdafaası” içinde, Dirâyet Kitaplığı, Istanbul 2017, sayfa 55-59.
**********
Kadir Çandarlıoğlu
.