Kur’an’ın Umumunu Tahsiste Hadislerin Rolü
*
***
Kur’an-ı Kerim lafızlarının ifade ettiği anlamları tavzihte hadislerin beyan edici rolü…
Hadislerin, Kur’an’ın anlaşılmasında etkin olduğu hususlardan biri de; Kur’an’da geçen ve nitelikleri değişen lafızlara getirdiği açıklamalar olmuştur. Bu lafızlar Kur’an’da bazen anlamı veya sınırları belli olmayan tarzda yer almış bazen de anlaşılabilir olmasına karşın hükmünün boyutları ve tefarruatı bilinmemiştir. Hadisler bu anlamdaki bütün lafızları, Cenab-ı Allah’ın maksadına uygun tarzda ve sahabenin de tereddütlerini giderecek şekilde açıklamıştır. İleride örneklerini vereceğimiz gibi bu anlamdaki lafızların salim bir tarzda anlaşılmasında hadisler hayati bir rol oynamıştır.
Çünkü sahabe gibi arap dil ve geleneğinin bilgisine sahip bir cemaatın anlam, nitelik ve kapsamında tereddüd ettiği Kur’an-ı lafızlar, Resulullah tarafından açıklığa kavuşturulmasaydı daha sonraki asırlarda gelecek müslümanlar ciddi anlamda sıkıntıya düşerlerdi. Çünkü bu hususlar ictihadla bilinebilecek konulardan değildi. Resulullah’ın bu noktaları vüzuhata kavuşturmadığını varsayalım; başta sahabe olmak üzere bütün asırlardaki müslümanlar, Kur’anın bir çok lafzı hususunda amelsiz ve bilgisiz kalacaklardı. Böyle bir durumun olması ilahi maksada zıt düşeceği için, teşri kaynaklarının bunu eksik bırakması düşünülemez.
Hadislerin izahına açık bırakılan Kur’an lafızları yedi kısımdır. Bu kısımlar şunlardır:
1 – Hadislerin Kur’an’ın Umumunu Tahsisi.
2- Kur’an’daki Lügavi hususları açıklaması.
3- Hadislerin Kur’an’ın müşkilini açıklaması.
4- Hadislerin Kur’an’ın mutlakını sınırlaması.
5- Hadislerin Kur’an’ın mücmelini açıklaması.
6- Hadislerin Kur’an’ın mübhemini beyan etmesi.
7- Hadislerin Kur’an’ın neshini duyurması.
***
1- KUR’ANIN UMUMUNU TAHSİSTE HADİSLERİN ROLÜ
Amm: Delaletinin kapsamına giren bir çok lafza, tek bir vaz’la delalet eden lafza amm denir.[1] Mesela, er- Rical=adamlar sözü, amm bir lafız olup bu sözün vaz’ına uygun olan (yani kendisine adam denilen) herkese delalet eder. Bu tanımdaki “tek bir vaz” sözü müşterek ile umum arasındaki farkı belirlemek, yani müştereki tanım dışı bırakmak içindir. Ayn=göz kelimesi kişiye (zata), göze ve pınara delalet eder. Ancak bu anlamlara bir vaz’i ile değil, ayrı ayrı zamanlarda farklı vaz’ (konuluş) larla ve tebadül (her bir seferinde başka şeyi kastederek) suretiyle delalet etmektedir. Ama amm ise, delalet ettiği şeyler için tek bir vaz’ ile kullanılan lafızlardır.
Hanefiler, ammı; gerek lafız gerekse de mana itibariyle olsun bütününe delalet eden lafızdır, diye tarif etmişlerdir. Bunlara örnek de rical, ins, cin gibi konulardır.[2]
Hass tarif edilirken, ammın tarifinden hareket edilirse tanım ortaya çıkar. Buna göre hass, tek bir manaya vaz’ edilen lafızdır. İster cins ismi olan hayvan, ister insan, adam gibi bir nev’i, ister İbrahim gibi şahıs olsun tek bir va’ ile tek bir şeye isim olarak konulması önemlidir.[3]
İşte tanımını verdiğimiz Kur’an’daki amm lafızları, yer yer hadisler hass hale getirmişlerdir. İmam-ı Şafii ve Ahmed’e göre Kur’an’ın amm lafzını (genel bir ifadesini), ahad haber tahsis edebilir (özel bir anlama çekebilir).[4] Böylece Kur’an’daki bu amm lafız artık hadisin hassına göre amel görür. Zira Kur’an’ın ammı, her ne kadar senedinde kat’i de olsa, delaletinde zannidir. Tahsis eden sünnet ise (haber-i ahad olduğunda) senedinde her ne kadar zanni ise de, delaletinde kat’idir. Zanni olan, zanni olanı tahsis eder. Bu görüş sahipleri, sünneti -haberi ahad bile olsa- Kur’ana beyan olarak kabul ederler.[5]
Hanefiler ise; tahsis beyan değil ammın şümülünün bir kısmını iptal etmektir derler. Bu iki görüşü bir örnekle izah etmeye çalışalım:
Abdestle ilgili ayette; “Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda, yüzleriniz ve dirseklere kadar ellerinizi ve başlarınıza meshederek, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın”[6] buyurulmuştur.
Bu ayetteki esaslar umum ifade eder. Bu açıdan abdest alınırken organlar arasında herhangi bir tertip aranmaz. Zira “vav” atıf harfi tertip anlamı taşımaz, mutlak sıra anlamına gelir. Buna göre
abdest alacak biri; mesela, önce ayağını, sonra yüzünü yıkasa, sonra da başını meshetse caiz olur. Hanefilerin ictihadı bu tarzdadır.
Çünkü ayetteki umumi hükmü esas kabul eder, bu konudaki tertip hadisini ise sünnet-i müekkede olarak yorumlarlar.[7] O halde vacib değildir.
Şafiiler, Malikiler ve Hanbeliler ise bu ayetteki umumi hükmün sünnetçe hususi hale getirildiğini, tahsis edildiğini beyan ederler. Zira tertip hadisi dediğimiz hadiste Peygamber (sav): “İyice temizlenip, yüzünü, sonra kollarını . . . yıkamadıkça, Allah kişinin namazını kabul etmez”[8] buyuruyor. Peygamberimiz burada “ve” yerine “sümme” (sonra) atıf harfini kullanır ki sümme atıfla beraber tertip anlamı taşır. Böylece Kur’an’daki bu umumi hüküm hadisle tahsis edilmiş oluyor.
İmam-ı Malik haber-i vahid’in, Kur’an’ın umumunu tahsis ederken Medine ahalisinin ameli veya kıyas tarafından desteklenmiş olma koşulunu arar.[9]
***
1. Örnek:
Şeri boğazlanma yolu olmadan ölen hayvanların ve her türlü kanın haram olduğunu belirten ayette; ” . . . Size şunlar haram kılındı. Meyte (boğazlanmadan ölmüş hayvan) kan … “[10] denilmiştir.
Bütün meyteler ve kanın haram olduğu ayetin sarih beyanından anlaşılıyor. Ayet umumidir.
Ancak Peygamberimiz (sav) bu ayette ifade edilen meyte ve kandan bir kısmının istisna edilmiş bulunduğunu haber veriyorlar. Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre sahabe Peygamberimize; “Ey Allahın Resulü, biz gemiye biniyoruz, yanımıza da az su alıyoruz. Şayet abdtest alırsak susuz kalırız. Deniz suyuyla kalırız. Deniz suyuyla abdest alalım mı? diye sordular. Resulullah (sav), “Denizin suyu temizleyici, ölüsü ise helaldir”[11] buyurdu.
İşte bu hadis, ayette geçen ‘meyte’ umumi hükmünden deniz ürünlerini çıkarmış, avlanmadan ölmüş bulunan deniz ürünlerinin murdar durumuna düşmediğini, bu nedenle de etinin helal olduğunu kayıt altına almıştır. Ayetin umumu hadisle tahsis edilmiştir.
Ayetin ikinci hükmü ise kanın haram kılınmış olmasıdır. Kanın haram kılındığına dair ifadede ayette tahsis edici bir yön bulunmadığı için mutlak kabul edilir. Ancak Peygamberimiz(sav) “Size iki meyte (kesilmeden ölmüş hayvan ve iki de kan helal kılındı. HelaI kılınan meyteler: Balık ve çekirge; kanlar ise karaciğer ve dalaktır. . . “[12] buyurarak, Kur’an’daki umum hükmü tahsis etmiştir.
Çünkü ayetin umumi hükmüne göre karaciğer ve dalak içindeki kan da haram sayılırdı. Ancak Resulullah bu iki kanın genel hükümden istisna kabul edildiğini duyurmuştur.
***
2. Örnek
Fatihanın sonunda müstakim olan yola iletilmemizi temenni ederken, hemen akabinde iki sınıfın yolundan uzak tutulmamızı isteriz. Yollarına gidilmekten sakınılan bu iki gurubu Cenab-ı Allah şu sıfatlarıyla tanıtır. “gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir…”[13]
Kur’ani ifadeyle bunlar: “dallin” ve “mağdûbi aleyhim”dirler. Ayetin umumi hükmünden hareket edilirse ‘dallin ve mağdûbi aleyhim’ vasfına yakışan herkes bu tanımın içine girer. Ancak Peygamberimiz ayetin umumi hududlannı sınırlamış ve bu iki vasfı yahudi ve hristiyanlara tahsis etmiştir.
Adiyy bin Hatim rivayet ettiği bir hadiste; Peygamberimiz (sav)in mağdûbi aleyhim’in yahudiler, dallin’in ise hristiyanlar olduğunu söylediğini[14] naklediyor.
Peygamberimizin bu tefsiri, Kur’an’ın sarih olmasa da dolaylı olarak işaret ettiği tefsirine uygun düşmektedir. Zira Maide suresinde yahudilerden bahsedilirken “Allahın gazab ettikleri”[15]; aynı surede hristiyanlardan bahsedildiğinde ise “dalalette”[16] vasıflarını kullandığını görebiliriz.
Vadi’l Kura’dayken Peygamberimize kimler tarafından muhasara edildiklerini sorduklarında -ki yahudiler muhasara etmişlerdi- Peygamberimizin; ‘Allahın kendilerine gazab ettiği Yahudilerdir’ dediği nakledilir.[17] Diğer taife kimdir diye sorulduğunda ise, ‘Hristiyanlardır’ buyurmuşlardır.[18]
Böylece Peygamberimiz, Kur’an’ın haber verdiği bu iki vasfı, iki sınıfa özel kılmış ve mutlak olan sıfatları yahudi ve hristiyanlarla tahsis etmiştir.
***
3. Örnek:
Hadislerin tahsis edildiği Kur’ani ifadelerden biri de zulüm kavramıdır. Mü’minlerin hallerini anlatan ayette şöyle buyuruluyor:
“İman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlara güven vardır. Onlar doğru yoldadırlar.”[19]
Zulüm kelimesi, umumi lafzının delaletiyle ele alınırsa her türlü zulum işleyen ayetin uyardığı tasnif içine düşer. Bu ise son derece ağır bir hüküm, bundan korunma ise son derece zordur. Ashab da aynı sıkıntıyı yaşamıştır. Onlar şöyle anlatıyorlar:
“Ayet inince bu müslümanlara hayli ağır geldi. Ey Allah’ın Resulü, hangimiz nefsine zulmetmiyor dediler. Resulullah (sav) ‘kastedilen bu değildir. Burada kastedilen (zulüm) şirktir. Lokman’ın oğluna ne dediğini duymadınız mı? – ‘Ey oğulcuğum!, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk büyük zulümdür. (Lokman, 13)”[20]
Başka bir rivayette de “….imanlarına zulum karıştımayanlar…” ayetinin inişinden sonra sahabenin, “hangimiz zulüm yapmıyoruz” diye sıkıntılarını izhar etmeleri üzerine Lokman’ın oğluna dediği, “Ey oğulcuğum şüphesiz şirk büyük zulümdür ayeti indi[21] denir.
Hadisler ayetteki zulmün umumi manasını sınırlayarak, buradaki zulmün şirk anlamında olduğunu belirlemiş oluyor. Böylece ayetin anlamı haylice farklılaşmıştır. Peygamberimizin beyanına göre ayet; “iman ettikten sonra imanlarına şirk karıştırmayanlar…” tarzında tefsir edilmiş oluyor ki müminlerden başka bir taifeye hitab etmiş oluyor.
Halbuki hadis yok kabul edilirse anlam; “iman ettikten sonra, imanlarına zulüm (haksızlık) karıştırmayanlar… ” tarzında olur ki, müminlerin içinde hata işleyenlere yani, yine mümin taifesine hitab etmiş olunur. Bu iki tanım arasındaki ciddi farkı ve hatalı anlayışı Peygamberimizin beyanları açıklığa kavuşturmuştur.
***
4. Örnek:
Ganimetlerin taksimini anlatan ayette, “Bilin ki ganimet aldığınız şeylerin beşte biri Allah’a- Resulüne ve akrabalığı bulunanlara… aittir.”[22] denmiştir.
Ayetteki “Lizi’l Kurba”yı (Peygambere) akrabalığı bulunanlara” tarzında terceme ettik. Ayette Peygambere akrabalığı bulunanlardan kimin kastedildiği açıklanmıyor. O halde ayet umumi lafzıyla Resulullah’ın bütün akrabalarını kapsıyor. Ancak hadisler bu umumi hükmü tahsis edip bundan muradın Peygaberimizin bütün akrabaları değil de, ancak “Beni Haşim ve Beni Muttalib” kolları olduğunu haber veriyor.
İlgili rivayette Cübeyr bin Mut’im şöyle diyor: Peygamberimiz (sav) Hayber günü (ganimet mallarını dağıtırken, “Resulullah’a akrabalığı bulunanlara” ayetinde belirtilen) akrabaların payını, “Beni Haşim ve Beni Muttalib’e ayırdı. Beni Nevfel ve Beni Abdi Şems’i bunun dışında tuttu.”[23]
Böylece Peygamberimiz “Lizi’l Kurba” tarifinden, yine akrabalanndan olan Beni Nevfel ile Beni abdi Şems’i çıkarıyor ve ayetteki ifadeyi, “Beni Haşim ve Beni Muttalib’e hasr kılıyor.
Benzeri bir tahsis Şura suresindeki “illel meveddete fi’l Kurba”[24] ayeti hakkında gerçekleşmiştir. Bu ayetteki “fi’l Kurba-yakınlar”ın tefsiri İbni Abbas’a sorulduğunda “bütün Kureyştir” diyor. Hatta aynı soruya “Hz. Muhammedin alidir” diye izahatta bulunan Said bin Cübeyr’i uyararak acele ettin cevabını vermiştir.[25]
İkinci misalimiz sahabinin tefsirine bir örnektir. Gerek Resulullah (sav)in gerekse de İbni Abbas’ın beyanları değerlendirildiğinde, ikisinde de Kur’an’ın umumi lafızlarının tahsis edildiğini görmek mümkün olmaktadır.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Darü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts., sayfa 145.
[2] Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Darü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts., sayfa 145, 146.
[3] Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Darü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts., sayfa 146.
[4] Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Darü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts., sayfa 147.
[5] Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Darü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts., sayfa 147.
[6] Maide Suresi, 6.
[7] Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Darü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts., sayfa 146.
[8] Buhari, Vüdu, 35.
[9] Muhammed Ebu Zehra, Usulü’l Fıkh, Darü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire, ts., sayfa 148.
[10] Maide Suresi, 3.
[11] Davud, Taharet, 41; Tirmizi, Taharet, 52; Nesai, Taharet 46; Miyah, 4; Sayd, 35; Mace, Taharet, 38; Sayd, 18; Malik, Taharet, 12; Darimi, Vüdu, 5; Sayd, 6.
[12] Mace, Et’ime, 31 ; Ahmed (Müsned), II, 97. (İbni Ömer’den)
[13] Fatiha Suresi, 7.
[14] Tirmizi, Tefsir, (Fatiha) 2; Ahmed, IV, 378.
[15] Maide Suresi, 60.
[16] Maide Suresi, 77; Kur’an’da “ğadaba” dan müştak bütün sıfatlar genellikle Yahudilerin vasfı olarak kullanılmıştır. Bakınız; Bakara, 61, 90; Ali İmran, 112, Maide, 63; Araf, 151, Taha, 81.
[17] Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyan fî Te’vîli’l-Kur’ân, (Yayınlayan: Ahmed Muhammed Şâkir ve Mahmûd Muhammed Şâkir, Mısır 1374/1955, I, 78-80, Taberi yirmiye yakın haber rivayet eder.
[18] Celalüddin Abdurrahman b. Kemal Suyuti, ed-Dürrü’l Mensur fi’t-Tefsiri’l Me’sur, Darül Fikr, Lübnan 1983, I, 41-42 Süyuti; Abdürrezzak, Beyhaki ve diğerlerine nisbet ettiği on beşten fazla rivayet nakleder. Razi, Adiyy bin Hatim’in rivayetinden en meşhur rivayet olduğunu zikreder Tefsiri Kebir, Babı Halebi, Mısır, ts., I, 261-263 ; İbni Kesir, Tefsir, l, 28-32. İbni Kesir, Tefsir, I,28-32. İbni Ebi Hatim; Müfessirler arasında ‘Mağdubi aleyhim’in Yahudiler, dalilinin ise Hristiyanlar olduğu hususunda bir ihtilaf olduğunu bilmiyorum, der. Bakınız; İbni Kesir, Tefsir, l, 30; Celalüddin Abdurrahman b. Kemal Suyuti, el-İtkan fi Ulumi’l Kuran, 3. bs., Darü’t-Türasi’l Arabiyy, Kahire 1985, Il, 225
[19] En’am Suresi, 82.
[20] Tirmizi, Tefsir, 7; Müslim, İman, 197; Tirmizi, hadis hasen-sahih’tir der.
[21] Buhari, Tefsir, (En’am) 126; Enbiya, 8, 41.
[22] Enfal Suresi, 41.
[23] Davud, Harac-İmare ve Fe’y, 20 (hd: 2978-2982 arası); Nesai, Fe’y, l ; Ahmed, IV, 81. Hadis, Kur’anda geçen Lizi’l kurba’nın hepsinin aynı anlamda olmadığını da gösteriyor.
[24] Şura Suresi, 23.
[25] Buhari, Tefsir (Şura), 305.
***
ALINTI:
Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, Kur’ân-ı Kerim’in Doğru Anlaşılmasında Hadislerin Önemi, Ta-Ha Yayıncılık, Ankara 1999, sayfa 314 ve devamı.
**********
Kadir Çandarlıoğlu
http://www.belgelerlegercektarih.net
.
That’s a cunning answer to a chlnielgang question
BeğenBeğen