Sadece Kur’an diyenler gerçekte Kur’an’a mı çağırıyor?
“Sadece Kur’an” diyenler gerçekte Kur’an’a mı çağırıyor? M. Kemal Kurtuluş Savaşı’nda bizi Islam’a mı çağırmıştı?
***
Sünneti inkar edip “sadece Kur’an” diyenler, sahip oldukları görüşleri, Kur’an’da böyle emredildiği için savunuyor değiller… Yaptıkları şey, kendi -var olan- görüşlerini meşrulaştırmak gayesiyle Kur’an’ı dayanak yapmaktan ibarettir. Bu farkın çok iyi bilinmesi lazım. “Sadece Kur’an” diyenlerin hedefi gerçekte Kur’an’a uymak değildir, kendi görüşlerini Kur’an’a söyletmek, tasdik ettirmektir. Bu yöntemle birçok yanlış görüş, doğruymuş gibi sunulabilir. Mesela hristiyan ve yahudilerin de cennete gireceği veya Kur’an’da laiklik ilkesinin, evrim teorisinin, reenkarnasyonun, hatta ateizmin bulunduğu gibi birçok iddia Kur’an’a yamatılabilir, yamatılıyor da zaten.
“Sadece Kur’an” diyenlerin iddia ettikleri gibi biz (Ehl-i Sünnet) Kur’an’a uymuyor değiliz. Yalnız biz, Kur’an’ı en iyi bilenin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz olduğunu biliyor, O’nun (s.a.v) açıkladığı, gösterdiği ve öğrettiği şekilde Kur’an’a uyuyoruz. Zira O, batıl bir ideolojiye/görüşe sahip değildi. Ümmi idi… O’nun (s.a.v), kendi görüşünü Kur’an’a tasdik ettirme gibi bir gayreti de ihtiyacı da yoktu… Kur’an’ı, nasıl anlaşılması gerekiyorsa öyle ortaya koydu. Dolayısıyla O’na (s.a.v) uymak, “uyulması gerektiği gibi” Kur’an’a uymaktır. O’nun (s.a.v) görüşlerine uymak, hiç şüphesiz “gerçek Kur’an”a uymaktır. Halbuki “sadece Kur’an” diyenler az önce de ifade ettiğimiz gibi, “Kur’an’a çağrı” adı altında kendi görüşlerine çağırıyorlar. Yani kendi görüşlerini Müslümanların “Kutsal Kitabı”yla pazarlamaya çalışıyorlar. Çünkü batıl görüşlerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden (gerçek Kur’an anlayışından), dolayısıyla Müslümanlardan onay almaları mümkün değildir. Bu sebeple kendi görüşlerini meşrulaştıran başka bir kaynağa/araca ihtiyaç duyuyorlar. Işte bu yüzden çareyi -değişik yorumlara elverişli olması itibariyle herkesin dilediği yorumu çıkarmakta zorlanmayacağı- Kur’an’da gördüler. Zira Müslümanların gözünde Kur’an, Allah Teala’nın kitabıdır ve -ayetlerin birçok yöne çekilebilecek esneklikte olduğunu bilmediklerinden- ne “söylettirilirse” doğrudur. Bu realite, “sadece Kur’an” sloganını üretmelerini zorunlu kıldı. Şu halde sadece Kur’an diyenlerin nezdinde Kur’an, -Müslümanları kendi saflarına çekebilmek adına- bir “meşruiyet” aracıdır.
Tıpkı bir zamanlar M. Kemal’in milleti peşine takmak gayesiyle “Din, Hilafet, Şeriat, Padişah” hakkında olumlu beyanlarda bulunarak Müslüman halk nezdinde kendini meşrulaştırmak istemesi gibi. Halbuki o, esasen dine, hilafete, şeriata ve padişaha savaş açmıştı, zaten hedefine ulaştıktan sonra da hepsini kaldırmıştır.[1]
M. Kemal, Erzurum Kongresinde yakın arkadaşı Mazhar Müfit’e bu oyunu itiraf etmiştir. Mazhar Müfit, M. Kemal’in Erzurum Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmanın sonunu yadırgar ve niçin “müftü efendinin duası” gibi bitirdiğini sorar. Bunun üzerine M. Kemal şöyle cevap verir:
“Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir padişahı kurtarmaya ‘inandırmaktan’ ibarettir.”[2]
Yani görünürde Müslümanların padişahı ve halifesiyle beraber, ancak gerçekte O’na düşman…
*
Hilafet’in kaldırılacağını millete açıkça söylemenin o dönem için mahzurlu olduğunu bilen M. Kemal, Hilafeti övmüş fakat hedefine ulaşınca kaldırmıştır. KAYNAK: M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 14.
***
Bunları kaldırdıktan ve halka “Millet” mefhumunu kabul ettirdikten sonra, Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yürüttüğü yol arkadaşlarını tasfiye edebilmek ve kendi “Tek Adam” rejimini kurabilmek için bu sefer de “Millet” ve “Meclis” kavramlarını meşruiyet aracı olarak kullandı.[3]
M. Kemal Atatürk’ün yakın dostlarından Falih Rıfkı Atay’ın Cavid Bey’den naklettiği şu sözler calibi dikattir:
“M. Kemal de, Ismet de, nihayet, Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı, ister istemez kafasının dikine giden bir ‘askerî dikta rejimi’ olacaktır. Cumhuriyet, işin iç yüzünü ‘maskelemekten’ başka bir şey değildir.”[4]
Meclis’e -kendi- atadığı adamlara “Millet-vekili” sıfatı verip bunlar eliyle çıkardığı kanunlara “Millet karar vermiştir” diyerek ülkede terör estirmiştir. Şapkaya karşı olan bir Milletin (!) meclisinden “Şapka kanunu” çıkar(abil)miştir. Sadece Kur’an diyenler de Kur’an’ın onaylamadığı bir hususu ayet cımbızlamak suretiyle pekala onaylatabilirler.
Kısacası, nasıl ki M. Kemal önceleri Din ve Halife’ye karşı Dini ve Hilafeti, sonraları da Millet’e karşı Meclis ve Millet-vekillerini kullandıysa; Sadece Kur’an diyenler de gerçek Kur’an’a karşı Kur’an’ı kullanmaktadırlar.
Tıpkı Abduh’un “dinin kafasını dinin kılıcıyla kesme” felsefesi gereğince dine karşı dini kullandığı gibi.
Dinde reformun mimarlarından Muhammed Abduh bir mektubunda şöyle diyor: “Biz senin sağlam yolundayız. Dinin başını yine dinin kılıcından başka bir şeyle kesemezsin. Bizi görsen âbid, zâhid, rükû ve secdeden başını kaldırmayan kimseler zannedersin.”
Abduh’un mektubundan bahseden bir Ingiliz kitabından alınmıştır…
***
Bu durumda M. Kemal, Dine ve Hilafet’e dayandığı halde gerçekte Din’i ve Hilafet’i temsil etmiyordu. “Hakimiyet-i Milliye” dediği zaman da gerçekte “Milletin iradesini” temsil etmemişti.
Aynı bu şekilde günümüzde “sadece Kur’an” diyenler de gerçekte Kur’an’ı temsil etmiyorlar. Neticede “sadece Kur’an” diyenler bizi Kur’an’a çağırmış olmuyorlar. Zira metni tahrif edilmiş bir kitaba Kur’an denilemeyeceği gibi, manası tahrif edilmiş bir kitaba çağırmak da Kur’an’a çağrı olmayacaktır.
**********
KAYNAKLAR:
[1] M. Kemal’in dini kullanmaktaki mahareti hakkında bir fikir edinebilmek için bakınız;
M. Kemal’in tezat teşkil eden görüşlerinin kısa bir karşılaştırması için bakınız;
http://belgelerlegercektarih.com/2014/05/23/kim-hain-sultan-vahdettin-mi-yoksa-m-kemal-mi/
[2] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk ile Beraber, Türk Tarih Kurumu yay., 1986, cild 1, sayfa 85.
Tafsilat için bakınız;
[3] M. Kemal’in Millet(!)vekillerini, Millet iradesini kullandığına dair birkaç yazı:
[4] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, cild 2, Dünya Yayınları, Istanbul 1958, sayfa 327-328. (Sansürsüz baskı).
**********
Kadir Çandarlıoğlu
http://www.belgelerlegercektarih.net
.